Bevere: Botanikli Alkollere Yeniden Giriş 2. Bölüm
İllustrasyonlar D.Bebekoglu tarafından derlenmiştir.
Bozulmayı önlemek, topladığını ürettiğini korumak, tatlandırmak, şifalandırmak.
Bu yazının ilk bölümünde alkollü içkilerin son dönemlerde yeşillendiğini, botanik kelimesi ile daha çok yan yana gelmeye başlamasını yeni trend olarak gözlemlediğimden bahsetmiştim. Bu ilişkinin aslında yaşamsal olarak birbirlerine bağlı olmalarından kaynaklı bir “yeni çağırma” olduğundan bahsetmiş ve botanikli alkollü içkileri kategorik olarak anlatmıştım. Bu bölümde tarihçe olarak bu bağın ilişkisine bakacağız.
Botanik ve alkolün ilişkisinin bu derece sağlamlaşmasının ve yeniden güçlenmesinin ardında, aslında insanın yaşadığı Dünya ile ilişkisini yeniden değerlendirip yeniden keşfetmeye çıkması var. Hızla tüketip yok etme korkusu da var. Bu korkular, ister istemez, yeniden fark etme yolculuğuna getiriyor bizi. Eski yolları yeniden yürümek ve bu süreçte bugünün gerçekliğiyle bu yol yürümeleri yeni bir bakışla değerlendirmek.
Biz de o yol yürümelerine bakalım. Bu bağ insanlık kadar eski, kopmayan ve kadim bir bağ.
[1]Paganlık/şamanlık sürecinde insanların bitkilerle ilişkisi çok farklı bir hiyerarşide. Bence insanın toplarken öğrenmesi, denemesi, gözlemlemesi ve bitkiye her yıl büyüme ilişkisi içinde daha eşit bir yerden bakması söz konusu. İnsan bitkilerle daha eşit bir ilişkide onlarla içli dışlı olunca da kaçınılmaz olarak deneme-yanılma keşif söz konusu oluyor. Bu ilişkide yetiştirici ve doğayı değiştirici, dönüştürücü bir gücü yok insanın.
Bu ilişkide yetiştirici ve doğayı değiştirici, dönüştürücü bir gücü yok insanın. Elbette tehlikelerle de dolu bir öğrenme süreci. Toplayıcılık, insana bitkileri daha iyi anlamasını, onları dinlemesini öğretmiş. Neyi yemesi, neyi yememesi, neyi şifalayıcı, neyi zehirli olarak ayırt etmeyi bilmesi gerektiğini de. Ta ki yerleşik hayata ve daha toplumsal düzene geçene kadar insan doğanın bir parçası. İlişkinin boyutlarını değiştiren insanı eskisinden daha güçlü kılan yerleşik düzene geçmesi. Bitkilerle karşılıklı bir ilişkiden, fonksiyonel bir ilişkiye dönüş.
Kadının ‘Toplayıcı kadın’, erkeğin ‘avcı erkek’ tanımlaması şu sıralar antropolojide tartışıla dursun, kadınların bitkilerle olan ilişkisinin daha yakın olduğu gerçeği yadsınamaz. Bizde koca karı ilacı denen şeyin kökeni de buralardan elbette. İnsanlık, yerleşik hayata geçince, bitkileri de askeri düzen gibi sıraya dizmiş, önemlerine göre hiyerarşik bir hale getirmiş. Ama unutmayalım, bitkilerden öğrenilenlerin pek çoğunun ”doğa içindeki insan” yaşamının deneyimleri ve toplayıcılıkla çok büyük bir bağı var.
Yerleşik yaşama geçtiğimizde de toplayıcılık sürdüğü için, toplananların sonrasında depolanması, saklanması konusu ile de bitkilerin sunduğu çözümler insanları uzun süre beslemiş. Kötü kokuları kapatmak, bozulmayı ertelemek, hastalıkları iyileştirmek için karışımlar hep botaniklerin kullanımındaki yaratıcı fikirlerin, hep zamanın deneylerin sonucunda gerçekleşiyor. İlk damıtma tanımına uyan çalışmalar bitkilerin kokularını ve yağlarını çıkarmak için yapılmış. MÖ 1200, eski Mezopotamya’nın Babil’liler tarafından yapılan ilkel bir damıtma biçimi belgelerde görülüyor.
Bitkiler ve alkolle ilgili ilk yazılı çalışmalardan biri Hipocrates’in şarap reçetesi. Bu reçete tıbbi anlamda kullanılan önemli bir tarifi içeriyor.
Tarihsel anlamda bitkilerin alkol içinde ilk bir araya gelişlerine baktığımızda aslında hala bilgilerimiz, arkeolojik olarak bulduklarımız ve onlar üzerine kurduğumuz hipotezlerle sınırlı. Fermantasyon yani maya çalışması ile aslında yenilecek içilecek şeylerin başka bir forma dönüştürülerek korunabilmesi meselesi süresinde pek çok bitki şarabın da içine giriyor. “Fermente içecekler dünya çapında birçok kültürde dinimizin, sosyal ilişkilerimizin, tıbbımızın merkezinde yer alıyor. Bu içecekler insan kültürü ve teknolojisinin gelişmesinde kilit rol oynayarak tarım, bahçecilik ve gıda işleme teknolojilerinin ilerlemesine ve yoğunlaştırılmasına katkıda bulundu.” diyor Pennsylvania Üniversitesi Arkeoloji ve Antropoloji Müzesi’nden Patrick E. McGovern. McGovern, bu konuda en çok araştırma yapan kişilerden.
Alkollü içkilerin tarihine dair iki önemli kitabı ve dünyada belki de en çok referans verilen araştırmaların yazarı. Onun yaptığı çalışmalardan baktığımızda en eski alkol ve botanik bir araya geliş izi Çin’den ve bundan 9000 yıl öncesine ait.
Bundan 9.000 yıl öncesine tarihlenen kapların içinde toplanan kalıntıları analiz eden McGovern modern pirinç ve pirinç şarabı, üzüm şarabı, üzüm tanenleri, eski ve modern bitkilerden elde edilen kalıntılarla eşleşen kimyasallar buldu. Alıç meyvesinin izleri de vardı. “Bu verilerin yorumu ise Jiahu’da bulunan kapların pirinç, bal ve meyveden yapılmış, tutarlı bir şekilde işlenmiş bir içecek içerdiği. Çin’in Anyang kentinden gelen mühürlü bronz kaplarda bulunan 3.000 yıllık sıvının bir analizini de bildirdi. Bu kaplar, otlar ve çiçeklerle tatlandırılmış pirinç ve darı şarapları içeriyordu.[2]
Bundan 9000 yıl önce Çin’de bulunan en eski kaplarda, şarabın içinde bulunan bitkiler ve onların İpek Yolu’yla Avrupa’ya, özellikle İtalya ve Fransa’ya uğramış hallerine baktığımızda, şifalayıcı bitki ve alkol karışımlarının, yolculuk ettiği tüm coğrafyalarda, o coğrafyaya ve kültüre özgü bitkiler ve kullanımlarla birleşerek bambaşka tatlar, kokular ve çeşitler ortaya çıkardığını görüyoruz.
Bazı örneklerle botaniklerin alkollerle birleşme nedenlerine bakalım.
KORUMAK : Aslında şarabın kendisi üzümü ya da meyveyi başka bir formda korumak. Öte yandan bu ürünler fermantasyon nedeniyle nihai hallerinde değiller. Son halleri haliyle sirke. Bu nedenle şarabı korumak için antik dönemde reçine eklenmesi bugün hala Yunanistan’da Retsina şarabı, dünyanın hiçbir yerinde bir araya getirilmeyecek bir tat birleşimi olarak bu kültüre kazınıp damgasını vurmuş.
Retsina[3] şarabı, en az 2.000 yıldır yapılmakta olan reçineli bir şarap -reçine Halep çamı olarak bilinen Akdeniz Bölgesi’ne özgü Pinus Halepensis’den elde ediliyor-.
Hiçbir şeye benzemeyen tadı, antik çağlarda şarap kaplarının, özellikle amforaların Halep Çam reçinesi ile mühürlenmesi uygulamasından kaynaklandığı tahmin ediliyor. Hava temasını engelleyen cam şişelerin icadından önce oksijen, beklediği süre içinde birçok şarabın bozulmasına neden oluyordu. Çam reçinesi, şarabı reçine aromasıyla doldururken havayı dışarıda tutmaya yardımcı oluyordu. Romalılar MS 3. yüzyılda fıçıları kullanmaya başladılar ve reçine için önolojik gerekliliği ortadan kaldırdılar. Buna rağmen reçine tadı, lezzet olarak o kadar popüler bir halde kaldı ki, bu stilde günümüzde de üretimleri devam ediyor.
Mc Govern’in yaptığı çalışmalardan biri de İran’da. Orada bulduğu şarap kalıntıları, menengiç ağacından (Pistacia terebinthus, Anacardiaceae) bir reçine içeriyordu. Bu reçine koruyucu özellikleri nedeniyle değerli. Doğu Akdeniz coğrafyasında Mısırlılar da bu reçineyi mumyalama işleminde kullanılmış. Geçmişte şarap üretildiğinde en büyük zorluk, bakterilerin alkolü sirkeye dönüştürmesini engellemek olmuştur. Altta yatan süreçleri anlayamamış olsalar da bu bölgedeki şarap üreticileri muhtemelen bu doğal ürünü istenmeyen mikroorganizmaları öldürmek için kullanıyor. Şarap üreticileri bu ve benzeri farklı botaniklerle koruma tekniklerini oldukça yakın zamana kadar kullanıyorlar. Tıpta devrim yaratan Louis Pasteur ve Alexander Fleming’in araştırmaları 1880’de gerçekleşene kadar, koruma yöntemlerindeki alternatifler etkin bir şekilde uygulanıyordu.
ŞİFALAMAK:
Geçmişe baktığımda, insanlığın kendini iyileştirmek için geçirdiği öğrenme yolculuğunda bitter tadın önemi büyük. Belki de aramızdaki soğukluk oradan. İlaç gibi görülen şeyin keyif alanlarına girmesini istemediğimizden. “Dilde acı olan mide için tatlıdır.” (Vermut’a dair yazımdan)
Bitterlik, şifalayıcılıktan kalan bir iz. Öte yandan, bir denge unsuru. Pelin otu olarak bildiğimiz Latince adıyla Artemisia absinthium, distile bazlı içki olarak Absinthe ve şarap bazlı içki olarak vermutun ana botaniği.
Bitkinin hem bitter, hem iç ısıtan, hem de tıbbi anlamda kullanımı Avrupa’da Orta Çağ’dan önce içeceklerinin formüllerine girmiş.
Absinthe bir dönem Avrupa’nın ve kültür ve sanat dünyasının en önemli içeceği olurken, Artemisia absinthium vermutların da ana botaniği olarak gündemde kalmış. Bitkinin ve dolayısıyla içeceğin 20. Yüzyılın hemen başında sağlığa zararlı olabileceğine dair bir madde içerdiği için (thujone) yasaklama dönemi de var. Botaniklerin kullanımları ve dikkat edilmesi gerektiğine işaret eden bu yasaklama neredeyse 20. Yüzyılın sonuna kadar sürüyor.
Bitkinin yasaklanmasına sebep olan şey ne yazık ki dönemin yetersiz araştırma metotları. Kullanılan bitkinin miktarı ile araştırmada çıkan sonuçlar arasında büyük bir uçurum var. Bu durum ancak bir yüzyıl sonra yeniden değerlendiriliyor. Ne yazık ki hem bitkinin kötülenmesi hem de bu iki kategorinin neredeyse yok olacak bir biçimde olumsuz etkilenmesine sebep oluyor. Absinthe bugün neredeyse yok olmuş bir kategori. Vermutlar ise içlerinden Pelinotu’nu çıkararak geçen yüzyılı geçirdiler. Öte yandan, bu yasak ile Avrupa’da şarabın yükseliş dönemi de başlamış.[4]
İYİ ETMEK-KOKUYU YOK ETMEK.
Ardıç da Cin’in içine girmiş. Öyle bir girmiş ki, formülünde ardıç olmayan damıtmalara cin denemiyor. Ardıç (Juniperus communis) tohumları narenciye aromasına dair notalar taşıyan çamsı ve reçineli tadıyla Cin’e özel karakterini veren bir özel bir botanik. Bu reçine notası belki de Antik Yunandan Roma’ya ve daha batıya botanik karışımları taşırken – ki taşımanın amacı ne olursa olsun- değişen coğrafyanın yapısına uyuyor.
Ardıç, diş ağrısını, baş ağrısını tedavi etmek ve hatta sindirime yardımcı olmak için kullanan Eski Romalılar ve Yunanlılar tarafından tıbbi amaçlar için kullanılmıştır. 14. Yüzyıldaki Veba salgınında ‘Veba doktorları’, hastalara bakarken karşılaştıkları hoş olmayan kokuları maskelemek için ardıç meyveleri ve diğer botaniklerle dolu uzun gagalı maskeler takarlardı. Ardıçların hastalığın yayılmasını durdurduğuna inanıyorlardı. Aslında hastalık yayan pireler için etkili bir doğal kovucu olan ardıç bu özelliğiyle kısmi de olsa hastalığın yayılmasını engelleme görevi yapıyordu. Öte yandan alkol de doğal dezenfektan görevi ile ardıç ile birleştiğinde bu dönem hastalıklarına karşı önemli bir mücadele ilacı olmuş.
Alkol üretiminde kullanılan ardıç ilk örneği, 13. Yüzyıl Liber de Natura Rerum’u çağdaş bir Jacob van Maerlant tarafından 1266 tarihli Der Naturen Bloeme adlı eserinde Hollandaca’ya çevrilen Belçikalı ilahiyatçı Thomas van Cantimpre tarafından yapılmış. Metinde, mide ağrısını tedavi etmek için ardıç meyvelerini yağmur suyu veya şarapta kaynatmayı öneriyor. Bu da belki de cinin içine ardıcın girmesine dair açılan yolun ilk adımlarını içeriyor. MS ikinci yüzyılda yazan Yunan Doktor Galen, ardıç meyvelerinin “karaciğeri ve böbrekleri temizlediğini ve kalın ve yapışkan suları incelttiğini ve bu nedenle sağlık ilaçlarına karıştırıldığını” belirtmiş. Elbette o günkü kullanımlarla bugünkü lezzetleri arasında oldukça büyük bir fark olabilir. Ancak suyun sterilize olmadığı dönemler için ardıç gibi olumlu etkileri görülen botaniklerin kullanımlarına işaret etmekte.
Daha önce cin ve vermut ile ilgili araştırmalar yaptığım yazılarımda belirtmiştim [5], alkollü botanik birleşimlerinin ne zaman şifalayıcı tıbbi tanımlardan, aperatif, dijestif dediğimiz, yemek yanında, önünde sonunda içilen ve daha çok keyif unsuru halini alan şekillere dönüştüğüne bakacak olursak, yönümüzü modern zamanlara, endüstri devrimi sürecine, şehirli ve değişen ticaret hayatına, artan yolculuklara çevirerek görebiliriz. Kokteyl kültürü, ya da cin gibi botaniklerle damıtma yapılarak ortaya çıkarılan hafif bitterlik içeren ve onlarca farklı bitkinin karışımıyla elde edilen güçlü aromatik tatlar dünyadaki içki kültürünün önemli bir parçasıdır bugün.
Hiç cin ve toniğin nasıl bir araya geldiğini düşündünüz mü? Ya da hangisinin ilk başlangıç noktası olduğunu? Tonik mi cine? Cin mi toniğe eklenmiş? Bu sorunun cevabında Sıtma hastalığı ve kinin bitkisi ilişkisi var.
Bugün içtiğimiz toniklerin kinin içerdiğini bilmeyen mi var? Kinin yoksa tonic yok!
Tonikler, ilk yapıldıkları dönemde hiç de böyle içilesi değil.
19. yüzyılın başlarında Hindistan’daki İngiliz subaylar, oldukça acı yapıdaki bu sıvıyı düzenli olarak içmek zorundaymış. Tadını da hiç sevmedikleri sıvıyı daha içilebilir hale getirmek için su, şeker, misket limonu ve cin karışımı eklemeye başlamışlar. Böylece “cin-tonik” doğmuş. Karışım kabul görünce bir süre sonra neredeyse sorgulanmadan tonik cinle içilir olmuş. Cindeki botanik yapı ve toniğin iyi edici özellikleri ayrı ayrı dururken Hindistan yolculukları bu iki şifalayıcıyı sağlık konumlarından alkollü içkilerde bir geçiş noktası haline getirmiş.
TATLANDIRMAK: Bizim botanik içkimiz ne?
Şimdiye kadar uzağımızda aradığımız botaniğe bir de kendi masamıza dönüp bakalım. Rakı, bizim dünyanın geri kalanından farklılaştığımız botanik içeceğimiz. İçinde anason var. Pimpinella Anisum adındaki bu küçük gösterişi olmayan altın tohum, Anadolu’nun kadim tohumlarından ve binlerce yıldır burada. Akdeniz’in bir nevi ortak tadı. Tüm Akdeniz havzasında anasonlu içkilere rastlamak mümkün. Bizdeki formu Rakı bir coğrafi işaret ve kanun ile korunmakta. Artizanal bir üretim formu ile anasonun geleceğine dair oldukça güçlü bir ilişkisi var rakının. Türkiye’deki üretiminin de neredeyse yüzde sekseni rakıda kullanılıyor.
Torosların yüksek rakımlı kireçli tepelerinde yetişen anason hem zengin aroma profili, hem de tatlılığı sayesinde, şekerin rafine hale gelmediği binlerce yıl insanın ekmeğine azık, yemeklerine ve içeceklerine tat olmuş. Sadece tatlılığı değil, tıbbi olarak da önemli özellikleri olan anason insana hep yakın olmuş.
Şekerin hayatımızda olmadığı dönemlerde tatlandırıcı. Çünkü anason tohumunun içindeki anetol yağı şekerden tam 13 kat daha tatlı.
Şimdiye kadar uzağımızda aradığımız botaniğe bir de kendi masamıza dönüp bakalım. Rakı, bizim dünyanın geri kalanından farklılaştığımız botanik içeceğimiz. İçinde anason var. Pimpinella Anisum adındaki bu küçük gösterişi olmayan altın tohum, Anadolu’nun kadim tohumlarından ve binlerce yıldır burada. Akdeniz’in bir nevi ortak tadı. Tüm Akdeniz havzasında anasonlu içkilere rastlamak mümkün. Bizdeki formu Rakı bir coğrafi işaret ve kanun ile korunmakta. Artizanal bir üretim formu ile anasonun geleceğine dair oldukça güçlü bir ilişkisi var rakının. Türkiye’deki üretiminin de neredeyse yüzde sekseni rakıda kullanılıyor.
Torosların yüksek rakımlı kireçli tepelerinde yetişen anason hem zengin aroma profili, hem de tatlılığı sayesinde, şekerin rafine hale gelmediği binlerce yıl insanın ekmeğine azık, yemeklerine ve içeceklerine tat olmuş. Sadece tatlılığı değil, tıbbi olarak da önemli özellikleri olan anason insana hep yakın olmuş.
Kırmızı Sangria:
- Bir büyük sürahi ve uzun saplı kokteyl karıştırıcı
- Bir şişe kırmızı şarap (taneni yüksek olmayan, kalecik karası, merlot, öküzgözü ya da yuvarlak ve yumuşak bir blend şarabını tercih edin)
- Kırmızı meyvelerden mevsimine göre, kiraz, vişne, erik, karadut, frambuaz, blueberry 1 bardak kadar, kırmızı üzüm taneleri de bu karışıma eklenebilir
- Turunçgillerden, portakal dilimlenmiş bir tane
- 1 çubuk tarçın, 2 kakule, 3 karanfil, 1 kuru acı kırmızı biber (jalapeno da olabilir, taze dilimlenmiş)
- ¼ bardak tatlandırmak için bal, agave şurubu
- ½ bardak isteğe bağlı, daha güçlü bir distile içki (brandy, viski, triple sec gibi)
- ½ bardak nar suyu ve portakal suyu (oranı isteğe bağlı arttırabilirsiniz)
- ½ -2 bardak arasında, tadı istediğiniz seviyeye gelene kadar gazlı bir içecek, soda, ginger ale, gazoz, gibi bir içecek.
Hepsini karıştırıp birkaç saat bekledikten sonra bol buz ile servis.
Beyaz Sangria:
- 1 şişe beyaz şarap (şarabın, taze ve asiditesi yerinde, fıçıya girmemiş bir beyaz şarap olmasına dikkat edin)
- Beyaz sangria, daha hafif, daha taze, özellikle havaların sıcak olduğu dönemlerde tercih edilebileceği için içine konulacak malzemeler de bu yapıyı destekleyecek şekilde.
- 2 bardak meyve, kivi, mango, çilek, frambuaz, kavun, şeftali, nektarin, dut gibi meyvelerden kendi tercihlerinize göre karıştırarak kullanın.
- Fesleğen, nane, taze kekik, taze zencefil ekleyin.
- ½ bardak oranında güçlendirmek için triple sec tercih edin.
- ¼ bardak oranında tatlandırmak için bal, agave şurubunu isteğe bağlı ekleyebilirsiniz.
- ½-2 bardak oranında arzunuza göre, ginger ale, limonata, şeftali suyu, gazoz, soda gibi içeceklerden ekleyin.
Karışımı çok bekletmeden bol buzla servis edin.
Farklı sangria tarifleri için tıklayınız.
Referanslar
-
- McGovern, Patrick. Ancient Brews: Rediscovered and Re-Created. W. W. Norton & Company. 2017.
- https://www.herbalgram.org
- https://archive.org/details/CAT31116199/page/n41/mode/2up
- https://lafee.com/wormwood-history-myths/
- https://www.beveragedaily.com/Article/2020/01/02/2020-trends-to-watch-in-US-beverage
- https://en.wikipedia.org/wiki/Anise
- Illustations by DBebekoglu @hoginsan(instagram)
- https://www.fix.com/blog/sangria-for-wine-lovers/
- https://www.independent.co.uk/extras/indybest/food-drink/spirits/best-gin-bottle-brands-b1850041.html
- https://www.herbalgram.org/resources/herbalgram/issues/129/table-of-contents/hg129-feat-ethnobotany-wine/
- https://www.cocktailsafe.org/
[1] https://daily.jstor.org/herbs-verbs-how-to-do-witchcraft-for-real/
[2] https://www.nbcnews.com/id/wbna6661424
[3] https://en.wikipedia.org/wiki/Retsina
[4] Vermut hakkında ve Artemisi absinthium hakkında detaylar için https://gastereamag.com/seyir-defteri-vermut-saati/
[5] https://gastereamag.com/mitler-ve-gercekler-negroni-vermut/
Bu yazının orjinali IWSA web sitesinde yayınlanmıştır.