Müşterekler, Lin Ostrom’la tanışma, dudleya hendrixii ve nihayetinde erken doğum yılı hediyesi

David Bollier’nin Think like a commoner kitabını okuyorum.

 

Müştereklere dair çalışmak istiyorum. Kendimle özdeşleştirmek için sanki en baştan yapacağım işlerin ismini de fernkolektif koymam bundan(yazımın sonunda isme dair parantez açtım). Kitapta, 2009 yılında Ekonomi dalında Nobel ödülünü alan Lin Ostrom ile tanıştım. Onun oluşturduğu ve rasyonel insan üzerine kurulu ekonomi teorileri ve yaklaşımları karşısında siyaset bilimi okumuş olmasının getirdiği bir tavırla ele aldığı Commons, yani müşterekler, meselesi önemsediğim, benim için hayatımdaki değerleri ifade eden bir konu. Zaten kitabı da ondan okumaya başlamıştım. Commons, ortak mallar olarak çevrilmiş Türkçeye– Müşterek kelimesi beni bu anlamda ortak mallardan daha çok cezbediyor. Sanırım içsel olarak mal kelimesine takıldığım için. Müşterek arapça kökenli ama bir bütünde ortaklaşa ve paylaşılan anlamına geliyor. Belki bizde “ortak paylaşılanlar” demeliyiz- Yani insanlığın ortak paylaştığı şeyler. Dünya gibi. Ortak ormanlar gibi, ya da bir göl ve gölde avlanan balıkçılar için göldeki balıklar gibi.

 

Konuyu belki biraz daha başa sarmak lazım. Aslında bu müşterekler meselesi günümüzde konuşulup tartışılmaya Amerikali bir ekolojist olan Garett Hardin’in yazdığı bir makaleyle başlanıyor. Garett Hardin’in 1968’de yazdığı Tragedy of the Commons (Ortak Malların Trajedisi, Yapı Kredi Yayınlarıadlı makalesi insanların ortak malları paylaşamayacağını, çünkü adaletli bir dengenin mümkün olamayacağını belirtiyor. Burada da önerisi, neoliberal söylemleri ve pazar ekonomisini destekleyen açıklamalarıyla insanlığın nasıl mal sahipliği ve onun yarattığı güçlünün güçlenmesi üzerine kurulması gerektiğini belirtiyor. Darwinsel bir örnekle en güçlünün hayata devam etmesini önceleyen yaklaşımı “ne yazık ki” diyerek çıkış yolu olarak en uygun alternatif gibi okunduğu ve dolayısıyla büyük bir ekonomik çözümleme şeklinde sunulduğu için de aslında pek çok rahatsız olacak ruhu rahatlatacak bir açılım yapmış. Bu sorunun çözülemeyeceğini insanlığa sunup, gazı vermiş. Lin Ostrom, bir kadın bilim insanı olarak, erkek egemen ekonomi dünyasına bakmış ve eksikleri görmüş. Pat diye hem de. Lin Ostrom, 70’lerde yola çıkıp, tek tek “common” yani “müşterek” diye tanımlanan alanlara dünyanın dört bir yanında giderek, oralarda bu alanların Hardin’in bu tanımından nasıl ve neden farklı şekilde hareket ettiğini incelemiş. Bu konunun “trajedi” olmadığını, aksine bu makale ile ortaya çıkan zorlama ile insanların sonsuzcasına tasavvur edilmiş dünyanın yok edilmeye gidecek kadar şiddetli hareketlere ve felaketlere yol açabileceğini göstermiş. Bollier de kitabından bu çözümlemeyi gözler önüne sermiş. Bollier, aynı zamanda, Lin Ostrom’un ekonomist olmayıp siyaset bilimi kökenli bir akademisyen olmasının, yani interdisipliner olmasının, Hardin’in tanımlamalarındaki sorunları bulmasının ana nedeni olduğunu da belirtmiş. İnterdisipliner olmanın ve farklı disiplinlere bakacak şekilde çalışmalar yapmanın etkilerinden biri daha. Bollier’nin teşhisi doğru. Zaten Nobel’i aldığında bile Olstrom’u ekonomist çevreleri hiç tanımıyorlarmış. İnsanı makineleştiren, birbirinden ayırarak birer “0/1” gibi soyutsallaştırılmış değerler çerçevesinde yöneten ekonomik kuramların atladığı çok önemli bir şeyin altını çiziyor. Bizlerin sosyal canlılar

olduğu gerçekliği. İnsanların bir araya gelerek bir şeyler üretebilecek, birbirlerine güven ilişkisi içinde geçmişlerinin, birlikte ortak yaşamalarının ve ortak hafızalarının bazı şeyleri “birlikte yapma” ve modellerdekinin tam aksine pazar ekonomisi yaklaşımında yapmama konusundaki seçenekleri gözler önüne seriyor.

 

Ya bunlar diyor? Olstrom, çalışmasında müşterek yönetilen ve devletin yönetmediği ortak malların yönetimlerine dair kriterleri belirlemiş. Ayrıca, Common-Pool-Resources adında, akademisyenlerin ortak çalışıp ortak paylaşabilecekleri bir platform oluşturmuş. Bu platform fikri, o kadar güçlü ki, aslında akademisyenlerin dışında da bu ortak paylaşılan ve herkese açık kaynaklar oluşturma, sahip olma değerleri pek çok alanda, dünyadaki farklı gruplara ilham vermişi sirayet etmiş. Gezi Park’ındaki ilk başlayan direnişler, ya da HES’ler konusunda köylerine, derelerine, çevrelerine sahip çıkan köylüler, ya da altın madenlerine karşı bölgenin kirlenmesine dair ortaya çıkan özel mülk sahipliklerine karşı ÇED raporları peşinde koşarak uğraşmalar, hepsi aslında bu ortak sahiplenme duygusu çerçevesinde insanların elele tutuşmalarıyla olan ve demokratikleşmeyi daha güçlendiren şeyler. https://dlc.dlib.indiana.edu/dlc/contentguidelines detaylı bir şekilde yapılan çalışmaları ve ortak paylaşılan dijital kütüphanede bulunabilir. Bugün Lin Olstrom’la bu geç tanışmam benim içimi ısıttı.

Bir Müşterek Zıplama sevinci.

FTWeekend’in evde bulduğum 23–24 Kasım ’20 sayısında, Name dropping adlı bir makalesi var Jane Perrone’nin. Bitkilerin son dönemlerde botanik isimlerinin DNA sıralaması çalışmalarındaki ilerlemeler ve bitkilerin de DNA’larına daha detaylı bakılıyor olmasıyla grup, familya değiştirdiğinden bahsediyor. Aynı zamanda latince isimlerin ve her ülkede farklı şekilde söylenen bitki isimlerinin aslında bir bulmaca etkisi yarattığından bahsediyor. Çok doğru, bir bitkiyi aslında ismiyle değil, Latince adıyla söylemek çok havalı. Örneğin, biberiye demek yerine, Salvia rosmarinus dendiğinde bir başka oluyor. Yani koyduğun yemeğin tadını bile değiştirebilir ki bunlar duyusal analize etkisi olan meseleler, uzatmayayım. Ama Jane Perrone de sanırım çocukluğundan beri bitki isimlerini öğrenmeyi çok heves edinmiş ve elinde gençliğinde bitki incilim diye tanımladığı DG Hessayon’un House Plant Expert’den pek çok evde yetişen bitkinin adını ezbere söylemeyi öğrenerek kendine keyifli bir oyun çıkardığını belirtiyor. Elbette, bu konu pek çok kişiye “nörd” işi gelebilir. Bilemiyorum. Öte yandan bu kadar uzun zamandan beri bu kelimelere baktığı için bazı ipuçları vermiş, Latince tanımların aslında biraz yakından bakıldığında bunun çok kripto bir durum da olmadığını anlatıyor. Sonuçta bitki isimleri, ikili, aynı ad soyad gibi; birinci isim, genus, yani soyadınız, ikinci isim ise epithet, ki daha daralttığımız ve tek bir cinse bağlandığı tanımlamayı yapıyor. Botanik Latincede pek çok kelime tanımlama için de aslında kullanılıyor, örnegin bir bitkide “officinalis” gördüğünüzde bunun tıp alanında kullanılması gerektiğini, ya da “edulis” dendiğinde İngilizcede edible, yani yenilebilir, olduğunu anlıyoruz. “Muralis” duvara tırmanan, yanı duvara dair bir kelimeyi içeriyor ve ivy-leaved toadflax Cymbalaria muralis de roma kalıntılarında yaşayan bir nakkaş sarmaşığı adında duvara tırmanan çiçekli bir bitkiyi tanımlıyor. Bazen bu kelime bir hayvanı, bir ülkeyi ya da bir şarkıcıyı dahi çağrıştırıyor olabilirmiş.

Bugün öğrendiğim en güzel kelimeli bitki ise, 2016’da ilk kez keşfedilmiş Dudleya hendrixiiBu bitki, Baja/Mexico’da çok küçük bir alanda yetişiyor ve bulan kişi ismini koymuş, ismini de bulduğu anda Jimi Hendrix’in Voodoo Child’ini dinliyormuş. Bir bitki bulmanın ve ismini koymanın da en güzel tarafı bu olsa gerek. Dudleya Hendrixii, “Hendrix forever” demek. Bir şeyi sahiplenmeden, egonun yüceltmesine ve güç kullanacak hale gelmesine imkan vermeden dünyaya kazandırmak, insanlığımızın iyi taraflarını bize hatırlatan ve müştereklerdeki uyum ve huzuru hissettiren bir düşünce. Girip Voodoo Child dinleyeyim dedim, Youtube’a yazınca, algoritma önüme 1970 yılında Maui Adası’nda kaydedilmiş bir Hendrix konseri çıkardı. Çekimler, o kadar doğallıkla beni o güne götürdü ki, anlatamam. Seyrederseniz ne demek istediğimi anlayacaksınız siz de. Sağol algoritma (her zaman değilse de, bu sefer keyifliydi). Yaşasın daldan dala okumalar. Benim için günün anlam ve önemi bu oldu, bu Pazar günü.

Fernkolektif nedir. bitmeden son parantez.

Bu yazdıklarıma bağlayacağım bir son notu ekleyerek bitireyim. Ben de kendi işimi yapmaya yeni başladığım bugünlerde şirketimin ismini ne koymalıyım diye epey düşündüm. 

Gamze Gurbuzatik bana epey yol gösterdi. Terzi bazen kendi söküğünü dikemiyor. Ayna tutacak bir el, destek gerekli. Desteği de istemek önemli. Ne istiyorum, beni en iyi yansıtan ne? Yaptıklarımla ne ifade etmek istiyorum. Böyle düşündüğümde yapmak istediklerimin dünyadaki tüm canlılarla uyumu, kolektifliği, müşterek değerleri ve yaratmanın sonsuzluğunu yansıtmasını istediğimi fark ettim. Bunu bana en basitçe anlatan şey de bir bitki oldu. Fern.-eğrelti bitkisi. Ondan hareketle de basitçe fernkolektif’e geldim.