Kate Winslet ve pek çok farklı ünlünün yer aldığı “ben değerliyim” kampanyasından

 

 

Roland Barthes okumalarımın cefası mı, yoksa pazarlama gözlüğünden bakabildiğim, kendi içimde yetiştirdiğim küçük anarşistin tepkisi mi bilmiyorum ama geçen hafta sonu Instagram’a girdiğimde karşılaştığım ve sonrasında da pek çok kadın-yoğun Whatsapp grubumda da paylaşılan Kate Winslet’in sayfasından “sen değersin-değerlisin” konuşması, başlangıçta dikkatimi yakaladıysa da ortasından itibaren nereye gidiyoruz; “bu çok güzel akan konuşmanın sponsoru kim” deyiverdim içimden. Sonra altında sponsorun adını gördüm.

“Makyajsız da güzelsin, değersin/değerlisin” diyen makyaj firması, “kirlenmek güzeldir” diyen deterjan firması. Barthes’in günümüzden neredeyse 65 yıl önce çağdaş toplumsal değer sistemlerinin modern mitler yaratma eğilimi üzerinden irili ufaklı pek çok makalesinin birleşimi olan Mitololojiler kitabında, hem -semiotics- gösterge analizi sistemini, ve bunların mitleri yaratma sürecindeki ilişkisine bakan çok enteresan örnekler vardı, ilk okuduğumda vurulmuştum. Onlardan bir tanesi margarin üzerinedir. Margarinin nasıl toplumsal hayatımıza tereyağının yerine kazandırıldığına dair makalesi herkesin, okuması gerekli bir aydınlanma metnidir. Ne de olsa bugün madem gerçek-ötesi (post-truth) çağındayız, bilgi kirliliği, yönlendirilme, cehalet olmadan cahilleştirilme süreçlerinin epey hızla ilerlediği hız evresindeyken margarin aklıma gelmeden duramadım.

Sonra benzer şekilde bu kitabın içinde bir de “Romanlar ve Çocuklar” başlıklı bir yazısı daha var. 1950’lerde, bir sayısında yetmiş kadın romancıyı aynı fotoğrafta bir araya getiren Elle kadın dergisine göre, yazar kadınlar -femme de lettres- hem roman hem de çocuk üreten dikkate değer bir zoolojik tür oluşturuyor” şeklinde betimleyerek konunun gerçekten hala ne kadar geçerli olduğunu şak diye ortaya koyar. Yıllar geçmiş, ne değişmiş.

Konuma dönecek olursam, bilemiyorum. İşte kendimi ortadan bölünmüş bulduğum durumlardan biri. Bir ünlünün, ki Kate Winslet’i gerçekten çok severim, seçimler yapan, oynayacağı roller için kendine kritik edici ve çerçeveleri zorlayıcı bir yanı olduğunu düşünürüm. Ama buna rağmen bu “inandırıcı karakter” ile mesaj çalışmaları bana artık yeterli gelmiyor. Pazarlama açısından baktığımda da tek başına bir şey ifade etmiyor. Ok, belki erkeklerin biraz geri çekilmelerine alan kazandık kadınlar olarak. Ama ne oldu, kazanan kapital sistem aslında. Dolayısıyla, şişiyorum işte. “Kardeşim” diyorum, “kapitalizmin manipülasyonlarının da sonu yok” bunu da görmeden edemiyorum. Kim daha çok aktif sistemde, para harcamaya yönlendirilebilir bakışı yok mu? İşte orada hep duruyorum.

Dedim ya ama işte, içimde bir bölünme yaşıyorum. Çünkü ben de o sistemin içinde yaşıyorum. Var olduğum bir networkum, arkadaşlarım ve takip ettiğim on-line dünya içindeyim. Süzüyorum. İnanmıyorum. Ama işte, her şeyden de şüphe duyarak da yaşayamayacağımıza göre burada çözüm ne?


Bunları kafamın arkasında çevirirken önüme New York Times’dan bir yazı düştü, başlığı “problem çözemem ama probleme karşı duruş alabilirim.” Zor da olsa seçimler yapabilirsin diyen. Roxanne Gay, yazısına “dağ başında her şeyi terk ederek yerleşenleri anlıyorum ama ben onlardan değilim” diyerek başlamış. “Sistemin nasıl tükettiğini, ezici olduğunu, nasıl manipüle edildiğimizi ve şirketlerin de eninde sonunda en dipteki rakamlara bakarak hareket ettiğini belirtmiş. Bütün bunlara sistemin içinde bir tercih duruş sergilediğini, her gün bu seçimleri tek tek yaptığının altını çizmiş.


Her gün ne yarattığım ne tükettiğim ve kiminle iş birliği yapacağım konusunda mümkün olan en iyi kararları vermeye çalışıyorum ama dünyada yaşamak, kapitalizme katılmak ahlaki bir uzlaşma gerektiriyor. Mükemmellik aramıyorum; o yok. Bunun yerine, elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum ve bir etki yaratabileceğimi düşündüğümde tavır alıyorum.

Buna da iki örnek vermiş. Birkaç yıl önce yayıncısı, supremasist bir provakatörün kitabını yayınlama anlaşması imzaladığında, yayınevinden çekilmiş. Şimdi de, Spotify’daki podcast’inin yayınını başka yere taşımış. Bunu yaparken de milyonlarca insanı bilgi kirliliği ve cahilliğe manipüle eden konuşmalarıyla “The Joe Rogan Experience” programına karşı Spotify yöneticilerinin açıklamaları nedeniyle almış. Bir rahatlama yaklaşımı belki de.
Kate Winslet burada bir seçim yapıyor ve kendi değerleriyle sponsor markasının değerlerinin yakınlığına bizi inandırıyor. Benim takıldığım, biz buna emin miyiz? Herkesin kendi teyit noktalarından buna bakması gerekir elbette. Benim için bu sponsor, tamamıyla eşitlikçi mi, çalışanlarına her yerde eşitlikçi yaklaşımlar gösteriyor mu, ürettiği her ürünün her ülkede formülünü aynı tutuyor mu, yoksa gelişmekte olan ülkelerde bunlardan feragat ediyor mu, iklim değişimine ve fazla tüketime nasıl bakıyor sorularının cevabı çok önemli artık.

Kate Winslet ile sponsorun duruşunun sadece hafta sonu “share” edilip milyonlarca “interaction” alıp, üç gün sonra tamamen unutulması da çok kolay değil mi? Her şeyde olduğu gibi. İşte bu videocuk kısacık bir anı doldurur hafta sonu iki üç sohbetimizin “forward” ettiğimiz mesajların parçası olur ve de başka bir şey olmaz.

Önemli olan bir duruş ve o duruşun arkasını dolduran aksiyonlar hareketler.

 

Yazımı bitirirken konuyu açık ve ortada sadece eleştirdiğim bir durum olarak bırakmak istemediğimi hissettim. Dün gece kız kardeşimle konuşurken o da bana bunu sordu kızarak. Bu yazıyı bugün toparlarken bana yılın başında gönderdiği 2022 Fjord trendlerinden bir tanesine dair önemli bir bağlam hissettim bütün tam da burada. Trendlerden bir tanesi “this much is true” adında idi. “Bu kadar doğru” şeklinde çevirdiğim haliyle bu trend kapitalizmle ve teknoloji bileşkeleriyle daha da hızlanan gerçeklik-ötesi meselesinin daha da karmaşıklaşacağı ve hepimizdeki etkilerinin gittikçe daha ağırlaşacağına işaret ediyor. Google 24 yaşına girmişken, Web’de, sosyal medyada üst üste konan bilgilerin doğruluğu meselesi şirketlerin de, kurumların da, kişiler kadar zorlanacağı formatlar oluşturuyor. Güven çok önemli. İnsanlar, aradıkları yanıtların tüm kaynaklarına bir anda güveniveriyorlar. Üstelik kaynaklar nasıl önümüzde dökülüveriyor farkındayken, “Siri bizi kesin dinliyor” dememize rağmen bu moddayız. Bu da örneğin 2020’de ABD’de seçimlerin Donald Trump’tan çalındığı gibi bir yönlendirme yaparak Amerika gibi bir ülkede 6 Ocak Meclis İşgali şokunu yaratabilecek bir yönlendirme gücüne işaret ederken iyice korkmuyor musunuz? Pek çoğumuz hala aşı olmuyor. Bilgileri ve şeffaf bir şekilde ve bu bilgilerin kanıtlanabilirliğini çok farklı formatlarda sunulacağı bir döneme giriyoruz. Paylaşılmayan bilgiler, paylaşılanlar kadar, kimin neyi temsil ettiği, nasıl bir duruş aldığı ve bunda nasıl bir devamlılık göstereceği çok önemli. Biz de buna göre karar vereceğiz. Ya da akıma kapılıp gideceğiz. Seçim bizde hala. Bir duruş sergilemek için aktif rol oynamak zorundayız. Seçimlerimizle güçlenebiliriz…

 

 

1.not. Bu yazıyı yazarken başka bakış açıları veren kız kardeşim sayesinde yazının sonu bitti.

2.not. Ben Instagram’daki bu kampanyadan anneme bahsettiğimde o da bana aslında kadınların ne kadar büyük bir manipülasyonda olduklarını ve buna işaret ettiği için çok değerli olduğunu söyledi kampanyanın. Bu konuya zaten katılmamak mümkün değil. Kendini ancak bir tür “Photoshop” düzeltmesi ile yeniden yaratmaya çalışacak kadar kimlik kaybına uğrayan kadınlar var. Hem de milyonlarca. Varlıklarını “avatar”larıyla bir şekilde kurmaya çalışan ve maskeleriyle kendilerine bir nebze de olsa belki bir “özgürlük alanı yaratan” kendini kurtulmuş hisseden. Buna saygı duyuyorum. Ama yetersiz olduğunu düşünüyorum. Sistem yani kasa kazanır çünkü her seferinde, kaç kere zar atarsak atalım. Bu noktada hala karamsarım.